IŞİD ile Orta Doğu'nun Su Denklemi Değişir Mi ?
Ropörtaj
HPA Başkanı ve Su politikaları Uzmanı Dursun YILDIZ Ortadoğu'da yeni su denklemi ile ilgili soruları yanıtladı.
HPA: Orta Doğu’da akan kanın bölgedeki enerji kaynakları ve su sorunu ile nasıl bir bağlantısı var?
D.Y: Orta Doğu dünya nüfusunun %5'ini barındırmasına rağmen tatlı su kaynaklarının sadece %1 'i bu bölgede yer alıyor. Bunların da %9O'ı da sınıraşan su kaynakları. Ortadoğu su fakiri olduğu kadar petrol ve doğalgaz zengini bir bölge. Bu nedenle bu iki stratejik doğal kaynak bölge üzerinde planlar yapan ve bölgeyi kontrol altında tutmaya çalışan güçlerin yıllardır doğrudan ilgi alanı içindedir .
Ortadoğu petrolün bulunması ile uluslararası satranç tahtasında ortaya çıkmış ve Soğuk Savaş’ın jeopolitik düzeni boyunca çok çeşitli hamlelerin yapıldığı bir coğrafya olmuştur.21. yüzyılın başlamasıyla bölgenin yeniden dizaynı için hazırlanan proje uygulamaya konmuştur. Bölge, çatışma yoğun tarihine geri döndürülmüştür.
Bölge dışındaki küresel güçlerin 20 yüzyıl boyunca bölgenin petrol ve doğalgazını kontrol etmek istemeleri ve İsrail'in politikaları nedeniyle bölge hala kararlı bir yapıya ulaşamamıştır. Bölgenin bu kararsız yapısı Orta Doğu'nun bir diğer stratejik doğal kaynağı olan su'yun da güvenlikleştirilmesine neden olmuştur. Bu güvenlikleştirme su kaynakları konusunda işbirliğini zorlaştırmış ve suyun bölgede bir gerilim aracı olarak kullanılmasına olanak tanımıştır.
Su kaynakları geçen yüzyılın sonlarına doğru jeopolitik bir kaynak özelliği taşımaya başlamıştır.Türkiye'nin GAP'a başlaması ile Ortadoğu'da su sorunları hızla teknik zeminden politik zemine kaymış ve Türkiye'nin İşbirliği arayışları karşılık bulamamıştır.
Özetle Ortadoğu'da su kaynakları Ortadoğu'nun geleceğinde çok büyük rol oynayacaktır. Bu nedenle bölgede suyun kontrol edilmesi Ortadoğu'nun sosyo-ekonomik ve sosyo-politik geleceği konusunda etkili olunması anlamına gelir.
Bölgede bugün yaşanan kaos dünya jandarmalarının bölgeye yönelik projelerini uygulamada hesap hatası yapmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Bu proje enerji kaynaklarının ve enerji yollarının kontrolü projesiydi.Bu proje uygulanırken bölgedeki su kaynakları uluslararası güçlerin elinde bölge dengelerini korumak veya bozmak açısından önemli bir koz olarak kullanılmaktadır.Çünkü bölgede petrol vanalarından sürekli petrol akabilmesi için su vanalarının işletmesinin nasıl yapılması gerektiği büyük önem taşır.
HPA:İsrail bu bağlantının neresinde?
D.Y: İsrail kurulmasından sonra uzun yıllar boyunca kendisine bir su güvenlik alanı yaratmaya çalıştı. Bu su güvenliği bölgesi, geçmişte sınırlarını genişletmek için başlattığı askeri harekatların hedefleri arasında yer aldı. Ortadoğu'daki sınırlarını genişletme çabası içinde olan İsrail bölgedeki su kaynaklarına ve bunun gelecekteki etki alanına duyarsız kalmaz.İsrail uzun dönemdir Büyük Ortadoğu Su Denklemi içinde yer almaya ve kendi ulusal çıkarlarına yönelik olarak etkili olmaya çalışıyor.Ancak İsrail'in bölgedeki son gelişmeleri "doğrudan" müdahil olmadan izlemesi sonuçta bölgede İsrail çıkarlarının zarar görmeyeceği bir yeni yapının gerçekleşeceği izlenimini veriyor.
HPA: Siz kitaplarınızda su savaşlarına dikkat çekiyorsunuz. Bu savaş başladı mı? Başlayacak mı?
D.Y:Bilindiği gibi suyun eşitsiz dağılımı ve artan su yetersizliği nedeniyle su, jeopolitik bir kaynak niteliği kazandı ve uluslararası güç dengeleri üzerinde etkili olmaya başladı.Bu durum su kaynakları üstündeki küresel,siyasi ,stratejik, hegemonik planları arttırdı. Soğuk savaş sonrası güvenlik algısı değişti.Ulusal güvenliğin dışında çevre,gıda su gibi birçok konu güvenlikleştirildi. Son dönemde su hakkının bir ulusal bağımsızlık ve güvenlik konusu olarak görülmesi ve suya farklı anlam ve değerler yüklenmesi,ülkeler arasında güç ve gelişmişlik farkı ve küresel gerilim stratejileri suyun kısıtlı olduğu bölgelerde gerilimi arttırıyor. Bu bölgeler bir de Ortadoğu gibi siyasi olarak istikrarsız bölgeler ise buralarda su kaynakları kullanılarak Su'dan Savaşlar çıkartılması hiç de zor değil.21. Yüzyıl'da özellikle iklim değişikliğinin de etkisiyle bazı bölgelerde su gerilimi artacak .Bazı bölgelerde çatışmalar yaşanabilir. Ancak bunun sıcak çatışmaya dönüşmesi durumunu iyi incelemek gerekir. Bu gerçekten bir su paylaşımı savaşımı olacak yoksa su üzerinden o bölgede egemenlik oluşturma amaçlı çıkartılmış vekaleten bir savaş mı olacak?Yine bunların yanısıra bu savaşın ölçeğinin, askeri hedefi ve somut kazanımlarının ne olacağı da açıklamaya muhtaçtır.
Dünyada son 10 yılda askeri harcamalar % 50 arttı 2013 yılında 1,75 tirilyon dolar ile rekor kırdı. Bu miktar Dünya toplam gayri safi yurtiçi hasılasının % 2,4 ü. Burada çok enterasan bir durum var Bu harcamalar Batı'da azalma eğiliminde iken doğuda artmaya devam ediyor. Örneğin Orta Doğu'da bu harcama 2013 yılında %4 artarak 150 milyar dolar'a ulaştı.
Askeri harcamalar ise su ve sanitasyona ayrılan bütçeden çok fazla.Bu oran Hindistan’da 8 kat, Pakistan’da 40 kat ,Etiyopya’da 10 kat . Askeri harcamalar Yemen ,Uganda Kenya ve Meksika da da yüksek . Yani dünyada toplam 1 milyar 700 milyon insanın yaşadığı ülkelerde silahlanma harcaması su ve sanitasyon için yapılan harcamalardan çok çok fazla. Buralarda Su'dan gerilimler yaratılarak dünyanın silah sanayinin üretim çarklarının çevrilmesini sağlamak çok zor olmaz.İklim değişimi de ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğu için bu planın yaratıcıları uygulamada çok zorluk çekmez
Aslında dünyada uzun dönemdir suyun paylaşımı olarak yerel anlamda,silahlı çatışma olarak ülkesel anlamda,ekonomik olarak da küresel anlamda yaşanmakta olan su savaşları var !Suya ulaşma savaşı veren milyonlarca insan var. Bu alanda zaten bir trejedi yaşanıyor. Dünya Sağlık Örgütü günde 4000’i 5 yaşın altında çocuk olan yaklaşık 20 000 kişinin su ve suya bağlı hastalıklardan yaşamını kaybettiğini belirtiyor. Sıcak çatışma olmasa da bu trajedi zaten yaşanıyor.Filistin Gazze Şeridi dünyanın kişi başına su kullanımı olarak en az suya sahip olan bölgesi.Filistin'de nesiller onyıllardır su sıkıntısı çekerek yaşamaya devam ediyor .Orada da su krizi derinleşiyor.
Dünyadaki hangi savaşta günde 20 000 kişinin hem de sürekli olarak yaşamını yitirdiği ,
yitirmeye devam ettiği görülmüştür.
HPA:Türkiye bu savaşın neresinde yer alacak?
D.Y: Türkiye suyu bir savaş değil işbirliği aracı olarak görüyor. Komşularıyla gerilimin tırmandığı böyle bir dönemde bile suyu bir silah veya baskı aracı olarak kullanmıyor. Bu politika çok doğru bir politikadır. Türkiye Ortadoğu'daki gerilimlere reaktif olarak yanıt vermemesi ve hele hele su silahını çekerek hiç müdahale etmemesi gereken bir ülkedir.Türkiye yıllardır savunduğu gibi suyu bir işbirliği aracı olarak kullanıp suyu değil sudan oluşacak faydaların paylaşımı için liderlik yapması gereken bir ülkedir. Türkiye 2 yıldır DSİ Genel Müdürlüğünde Irak'lı su bakanlığı yetkilileri ve su kullanıcı örgütleri nin teknik elemanlarına eğitim veriyor. Dicle suyu ile ilgili olarak Irak'lı yetkililerle görüşüp işbirliği arıyor. Ancak bu tezlerini dünyaya anlatmakta biraz eksik kalıyor. Bu eksikliğimizi hızla tamamlamalıyız. Çünkü su konusunda Ortadoğu'da işbirliğini gerçekleştirmeye liderlik edebilecek tek ülke olarak Türkiye ortaya çıkıyor.
HPA:Dünya’nın gündemindeki IŞİD bu denklemin neresinde duruyor?
D.Y:IŞİD bölgede bu denklemin ve sınırların yeniden oluşturulmasını planlayan güçlerin etki alanı dışında değil. Bu nedenle Ortadoğu denkleminin kararsız hareket eden bir parçası olarak düşünülebilir.
HPA:Ortadoğu'da Sınırların değişmesi su denklemini etkiler mi ?
D.Y:Doğrudan etkiler . Ortadoğu yeniden belirlenecek ve devletlerin sınırları yeniden çizilecekse burada petrolün paylaşımı kadar su kaynaklarına yönelik hesaplar da büyük rol oynayacaktır.
Ortadoğu'nun yeni haritası çizilirken iki husus çok temel rol oynayacaktır.Bunlardan ilki doğal kaynakların paylaşımı ikincisi de ülkelerin Doğu Akdeniz'e çıkışının olması.
George Fridman son makalesinde Ortadoğu ülkelerinin 20. yüzyıldaki oluşum sürecini ele almış ve bölgede tarihsel düşmanlıkları ve anlaşmazlıkları analiz ederek sonunda şu tesbiti yapmış;
"
Artık Suriye ve Irak'ın yeniden stabilize olmasını düşünmeye son verme zamanı.Artık fonksiyonunu yitirmiş olan yapay devletlerin dışında yeni bir dinamiği düşünmeye başlama zamanı".
Bölgedeki yeni kurulacak düzenin kısmen istikrarlı olması özellikle Kuzey Irak petrolü ve Doğu Akdeniz’deki yeni hidrokarbon zenginliği açısından çok önemlidir.
HPA:Bölgenin hidropolitiği değişir mi ?
D.Y:Evet Orta Doğu'daki bu yeniden dizayn kısa vadede olmasa da orta vadede 20. yüzyıldaki soğuk savaş döneminin işbirliğine uzak hidropolitik paradigmasını değiştirebilir. Bölgedeki yeni uluslararası ilişkiler, su gıda enerji güvenliği kapsamında güvenlikleştirilen kavramlar çatışma yerine kısmen de olsa işbirliği esaslı olarak gelişebilir.Çünkü bölgede yaşanacak olan bu tehdit 20. yüzyılın başındaki Ortadoğu'yu şekillendirme döneminden çok daha büyük ve sonuçları itibariyle daha küresel risk taşımaktadır. Aslında bölgedeki yeni düzenin
(kaos içinde denge)sürdürülebilir olmasının kaynakların tahsisine doğrudan bağlı olduğu bilinmektedir. Bu da bu bölgeyi 100 yıl sonra yeniden projelendirenler tarafından da unutulmayacak kadar önemli bir husustur.
HPA:Dicle ve Fırat Suları Yeni Denkleme Nasıl girer?
D.Y:Bölgenin yeni siyasal yapılanması çok parçalı bir şekilde gerçekleşirse bu durum bölge hidropolitiğinde radikal değişiklikler ortaya çıkartabilir.Bölgenin yeni hidropolitiğinde Dicle ve Fırat nehirlerinin kıyıdaş ülkeler dışında, Orta Doğu’da yeni oluşacak su fakiri yönetimlerin ihtiyacını karşılayacak kaynaklar olarak düşünülmesini gündeme getirilebilir. Hatta bu yeni kaynak bölüşümü ve kullanımında su ve enerji kaynaklarının ülkelerarası anlaşmalarla değişimi de öneriler arasında yer alabilir.
Dicle ve Fırat sularının tüm Ortadoğu için kullanılması gerek su bütçesi gerekse uluslararası hukuk yönünden mümkün değildir. Bu bilinse bile,bu öneri Orta Doğu gibi bir bölgenin yeniden yapılandırılmasında sınırlar belirlenirken mutlaka ajandanın ilk sıralarında yerini alır.
HPA:Yeni su talepleri gelebilir mi ?
D.Y:Gelebilir.Ancak daha önce sözünü ettiğim nedenlerden dolayı Türkiye'yi etkilemez. Türkiye 25 yıldır istikrarlı bir şekilde altına imza koyduğu anlaşmaların gereğini yerine getiriyor. Hatta zaman zaman gelen ilave su taleplerini de geri çevirmeden 500 m3 /s den daha fazla su bırakıyor. Böylece işbirliğine açık olduğunu sadece iddia değil ispat da ediyor. Bölgedeki yeni yapılanmada Dicle ve Fırat'a kıyıdaş olmasa da su konusunda doğrudan veya dolaylı olarak hak iddia edebilecek veya çeşitli yöntemlerle su talebinde bulunabilecek yeni siyasi yapıların ortaya çıkması bölgenin su denklemini zorlar.Ancak bu Ortadoğu'da suyun paylaşılması sonucunu doğurmaz.Ülkeleri suyun daha verimli ve planlı kullanıp su yerine faydaların paylaşılacağı bir ortama davet eder.Çünkü gelişen teknoloji ve yeni paradigma su yönetiminde ortak denetimi ve fayda paylaşımını kolaylaştırmıştır.
HPA:1997 BM Uluslararası Sular Sözleşmesinin geçen ay uluslararası yürürlük kazanmasının etkileri ne olur ?
D.Y:Bu bir çerçeve sözleşmedir. Türkiye bu sözleşmeye BM 'deki oylamada red oyu vermişti. Geçen yüzyılın uluslararası ilişkiler düşünce sistematiği ile yapılmış ve ancak bu yüzyılda geçerlik kazanmış bir sözleşme. Bu nedenle bu yüzyılın yeni düzenini tam kapsaması, çok geniş bir uluslararası kabul görmesi ve uygulama alanı bulması kolay olmayacaktır. Sözleşmeyi sadece 35 ülke onayladığı için yürürlük kazandı. Ancak bu yüzyılda bölgelerinde büyük istikrarsızlıklar istemiyorlarsa ülkelerin su konusunda işbirliği yapmama lüksleri olmayacak . Küresel iklim değişimi,iklim göçleri bunu 1997 sözleşmesinden daha fazla zorlayarak ülkeleri işbirliğine yakınlaştıracak. Bu nedenle bu sözleşme, bazı maddelerinin belirsizliğine takılmadan ve geçmişte sözleşmeye taraf olup olmama kısır döngüsüne düşmeden 21. yüzyıl daki yeni paradigmalar dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Bundan dolayı ben bu sözleşmenin ülkelerin su işbirliği için bir farkındalık yaratma aracı olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum Türkiye dahil tüm ülkeler bölgelerinde su işbirliğini geliştirecek çok taraflı anlaşmaların altyapısını hazırlamak için çaba göstermelidir.
HPA:Su sözkonusu olduğunda Doğu Akdeniz de ayrıca bir önem kazanıyor. Burada da hummalı bir faaliyet göze çarpıyor?
D.Y:Doğu Akdeniz bir anlamda Ortadoğu'nun Akdeniz'e çıkış bölgesi. Bu bölge de su baskısı yaşıyor. Bunun yanısıra küresel iklim değişiminden en çok etkilenmesi beklenen bölgeler arasında . Son dönemde çıkartılmaya başlanan petrol ve doğalgaz bölgenin stratejik önemini arttırdı. Bölgenin su konusunda en sorunlu adasına Türkiye bir nehrini bağlıyor. Bu barış ve istikrar için sadece KKTC'ye değil tüm adaya götürülen bir su kaynağı. Türkiye adaya götüreceği suyun en verimli şekilde kullanımı konusunda da bir örnek oluşturacak. Doğu Akdeniz , enerji boru hattı güzergahı ve su temini konusunda ülkelerin işbirliği yapma potansiyeli yüksek olan bir bölge.
HPA:1926 yılında çıkarılan Sular Hakkında Kanun değişiyor. Hazırlanan yeni su taslağına göre akarsular 29 yıllığına özel şirketlere kiralanabilecek. Bu ne anlama geliyor?
D.Y:Yeni Su Çerçeve Yasası su yönetimimiz açısından ileri bir adımdır.2009 yılında Türkiye AB Müzakerlerinde Çevre Faslının açılmasının sonrasında AB su çerçeve direktifinin çerçevesi dikkate alınarak Su Yasası Taslağı hazırlandı. Yasa tasarısı bu yıl meclisten geçecek. Yasa tasarısı kapsamda havza bazında yönetim,çevresel koruma ,suyun ücretlendirilmesinde tam maliyet esası ,Ulusal Su Planı ,Koordinasyon,Yeni tahsis kriterleri gibi yeni yaklaşımlar yer alıyor.Sorunuzdaki suyun kiralanması uygulaması şimdi de var. Enerji şirketleri HES'ler için yaptıkları su kullanım anlaşması karşılığında devlete bir katkı payı ödüyor. Yeni yasa suyun ticarete konu edilmesine açık bir yasa.Bu nedenle devlet su tahsisi yaptığı kurumlardan ücret alacak. Kurumlar su hizmetlerini tam maliyet esasına göre ücretlendirecek. Bu durumda özellikle tarımsal sulama alanında sosyo- politik sorunlar yaşanabilir.Yasa'nın katılımcılık ayağı uygulamada boşta kalabilir.Bazı iller birden fazla havza sınırları içinde bulunuyor.Havza sınırları il sınırları ile örtüşmediğinden yasanın uygulamada işlerlik kazanabilmesi için "Nehir Havza Bölgeleri"nin oluşturulması gerekebilir.
HPA:
Su işletmeciliğinin özelleştirilmesinin ne gibi dezavantajları var?
D.Y:Su talebinin çok özgün bir niteliği vardır. Su talebi ertelenemez. İkame edilemez. Esnekliği sıfırdır. Böyle olduğu için, su faturaları yoksul ailelerin harcamaları içinde yüksek bir oran tutar; zenginlerde ise ihmal edilebilir. Sosyal koruma amaçlı politikaların su sübvansiyonu içermesi bu bakımdan önemlidir.
Yani su hizmetini sağlayan doğal tekel olur. Bundan dolayı, su sektöründe özelleştirmeler özel tekeller yaratır ve özel şirketlere yüksek tekelci rantı sağlar.
Su hizmetleri, suyun yerine başka bir şeyin ikame edilemeyeceği yaşamsal bir doğal kaynak olması ,talebinin sürekli olması ve bu kaynağa tüm canlıların ihtiyacı olması gibi nedenlerle "Kamu Hizmeti" anlayışı ile verilmesi gereken hizmetler içinde yer alır.Yani ticarete konu edilemez.piyasa kurallarına göre ücretlendirilemez.Ancak içme ve kullanma suyu tüketicilerinden sadece su temini için yapılan harcama talep edilebilir. Bu özelliklerine rağmen su hizmetlerinin özelleştirildiği birçok dünya ülkesinde hizmet kalitesi artmamış ancak su fiyatları artmıştır. Bu da sosyal sorunlara neden olarak şirketlerin o ülkeden ayrılması sonucunu doğurmuştur. Aynı olumsuz koşullar 1996 yılında başlayan Antalya Su hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecinde de yaşanmış ve yabancı şirket 2002 yılında Türkiye'den ayrılmıştır.
Bu arada Türkiye'de su hizmetleri yönetiminin özelleştirilmesi projeleri henüz yaygın bir uygulama alanı bulmamış olsa bile gelir düzeyi düşük olan kesimlerin içme suyunu özel sektörden satın alma eğiliminde olduğu gözardı edilmemelidir. Musluk suyumuzun birçok yerde sadece kullanma suyuna dönüşmesi içme suyu hizmetinin bir başka şekilde özelleşmiş olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir.
HPA:Küresel emperyal güçler ve Ulusötesi Su Şirketleri nasıl bir su politikası güdüyor?
D.Y:20. Yüzyılın son 20 yılı, su üzerine küresel politikalar geliştirerek suyun ticarileşmesine yönelik kurumsal ve stratejik ve politik altyapının oluşturulduğu bir dönem olmuştur.Dünya Bankası tarafından su pazarının 1 tirilyon dolar olarak tahmin edilmesi ulusötesi su şirketlerinin bu pazara olan ilgisini artırmıştır.Ulusötesi su şirketleri özellikle Dünya Bankası ve diğer uluslararası kuruluşları da yanlarına alarak su hizmetlerinin ticarileşmesi yönünde politikalar üretmektedir.Bu politikalara konu olan su kaynakları 20. Yüzyılın son çeyreği içinde ticarileşmiş, uluslararasılaşmış ve siyasileşmiştir.
HPA:GAP’ın bu denklemin içindeki yeri ne? GAP neden bir türlü bitirilemiyor?
D.Y:GAP Ortadoğu Su denkleminin oluşmasında etken oldu, çözülmesinde de anahtar rol oynayacak . Türkiye su kaynaklarını GAP gibi bir proje ile bölge ve ülke kalkınması için bir katma değere dönüştürecek. Bu nedenle sadece Türkiye için değil tüm bölgenin istikrarı için çok önemli bir proje özelliği taşıyor. GAP'ın sulama ayağında çalışmalar sürüyor. Ancak sulamanın geliştirilmesi , toprağın hazırlanmasından çiftçi eğitiminde ve suyu kullanacak olan örgütlerin kurumsal yapılanmasından ürünün depolanacağı ve sevkedileceği pazara ulaşım yollarına kadar birçok faktörün tamamlanmasını içeriyor.Bu da zaman alıyor. GAP'ta sulamaya açılan alan 320 000 hektarı geçti .Bölgedeki son gelişmeler GAP'ın önemini daha da arttırdı. Sınırımızın ötesinde petrole dayalı kalkınma hızlanırken GAP bölgesinde suya dayalı kalkınmanın gerçekleşmesi için projenin hızlandırılması gerekiyor.
GAP hem bölgedeki gelişme dengesinin sağlanması hem de suyun faydalarının paylaşımı için çok önemli bir projedir. Türkiye bu proje kapsamında, bölgede artacak olan talepleri de dikkate alarak Devlet-Özel Sektör işbirliği ile çeşitli özel üretim alanları oluşturmalıdır.
HPA:Küresel ısınma ve kuraklık azalan yağış, su kesintileriyle birlikte susuzluğu gündeme getirdi. Türkiye’nin çok yönlü bir su politikası var mı?
D.Y:Türkiye su zengini bir ülke olmadığı gibi su fakiri bir ülke de değil. Aksine, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, yakın gelecekte su sorunları yaşamaya aday bir ülkedir.Bunun başlıca nedenleri de hızlı nüfus artışı ve göçler , kaynakların bilinçsiz kullanımı ile kirlenmesi, yağışların ve kaynakların bölgelere göre dengesiz dağılımı, iklim değişikliği ve planlama eksiklikleridir.
Türkiye'nin çok yönlü su politikası oluşturma çabası vardır. Çünkü suyu baskılayan unsurlar artmış ve su yönetimi artık geçmişte olduğu gibi sadece mühendisliğin bir öznesi olmaktan çıkmıştır.Su Yönetimi alanı Doğal Çevre korunmasından ,uluslararası ilişkilere kadar birçok bilimsel disiplinin birlikte çalıştığı dikkate almak durumunda olduğu bir alan olmuştur.Bu da yönetimin yasal ve kurumsal yapısının çok yönlü bir bakış açısı ile yeniden düzenlenmesi gereğini ortaya çıkartmıştır
Su yönetimi konusunda en temel ihtiyaç bir
“Ulusal su yönetimi stratejisine” sahip olunmasıdır. Bu stratejinin temel taşları da Merkezi Planlama, Nehir Havza Ölçeğinde Yönetim, Katılımcı Etkili Denetim, Kurumlarda Hızlı ve Bilimsel Çözüm Yeteneği, Doğal Hayatı Koruma Duyarlılığı,İklim değişimine adaptasyon şeklinde sıralanabilir. Su yönetimi dinamik, etkin, hızlı karar veren, denetim erki güçlü bir yapıda olmalıdır.Bu yapının Türkiye'de kurulması için çalışmalar başlamış ve devem etmektedir. Yasal ve kurumsal düzenlemeler başlamıştır.
Tüm bu düzenlemelerin geçmişteki deneyim ve birikimlere duyacağı ihtiyaç çok açıktır. Bu nedenle DSİ Genel Müdürlüğü’nün kurumsal yapısı zafiyete uğratılmadan ve ehil elemanları kaybedilmeden bu yapının temel taşları olarak değerlendirilmelidir.
Önümüzdeki dönemde su yönetimini zorlayacak birçok olumsuzluğun zararlarını en aza indirerek su güvenliğimizin sağlanması için planlamanın bugünden yapılması ve değişen koşullara göre yenilenmesi gerekir.
17 Ekim 2014
Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın
Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın