ÜLKEDE SU BARIŞI DÜNYADA SU BARIŞI 

HABERLER

SPD Başkanı Yıldız: Doğa ile uyumlu yaşamalıyız !

İklim krizi kapıdadır doğayla uyumlu yaşamalıyız!

Zehra ŞAHİNDOKUYUCU15.07.2019 12:06
İklim krizi kapıdadır doğayla uyumlu yaşamalıyız!

İklim değişikliğinin sonuçları istikrarı ve insan hayatını doğrudan etkiliyor. Her geçen yıl iklim değişikliğinin etkilerinin ciddileştiğini ifade eden Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, yaşanan süreçte iklim değişikliğinin ülkemizde daha büyük sorunlar yaratmaması için Türkiye’nin ciddi bir su-enerji-gıda ve çevre yönetimi politikasına ihtiyacı olduğunu söylüyor. Yıldız, 11 Temmuz 2019’da Cumhurbaşkanı’nın onayından geçerek TBMM’ye sunulan 11. Kalkınma Planında ülkemizin İklim değişiminden en çok etkilenecek ülkeler arasında olduğundan söz edildi ve birçok sektörde yapılması gereken iklim değişimine uyum çalışmaları açıklandı diyor. Başkent olarak, Yıldız ile küresel ısınma, iklim değişikliği ve bunun risk olmasıyla birlikte yaşanabilecek iklim krizini konuştuk. Yıldız, iklim değişikliğinin toplumsal yaşamdaki etkilerinin ciddi boyuta ulaştığını bölgesel ve küresel işbirliği sağlanamazsa daha vahim sonuçlarla karşılaşacağımızı ifade etti. Yıldız, iklim değişikliğine ilişkin olarak, “Batı ülkelerinin iklim değişikliği konusunda aldığı kararlara bakacak olursak, iklim değişikliğinin yaratacağı sorunları ulusal güvenlik meselesi olarak kabul ettiklerini görüyoruz. Bu söylem küresel bir riski ortaya koyuyor” diye konuştu.

• Ankara’da Haziran Temmuz aylarında bile artık ciddi yağmurlar görülüyor ve hatta bazen bu yağmurlar can kaybına bile neden olabiliyor bu artık bir iklim krizi anlamına mı geliyor? Geçtiğimiz ay Türkiye’nin başkenti Ankara’ya 2 saat boyunca şiddetli düşen yağış sele neden oldu ve 3 canı aldı götürdü. Bodrum katlardaki bazı başkent sakinleri de duyarlı ekiplerin son andaki müdahalesiyle kurtuldu. Ankara’nın daha önce de yaşadığı kent taşkınları sonrasında da bazı tespitlerde bulunmuştum. Onlar aynen geçerli. Bir kere Türkiye’ de su yönetiminin toplumcu gerçekçi olması gerekiyor. Bunu söylüyorum çünkü bu konunun uzun vadeli rasyonel planlamadan uzaklaşıp reel politika gerekçesiyle popülist bir kimliğe taşınması riski var önümüzde. Ankara Belediye Başkanımız Mansur Yavaş Bey selden sonra görev başında olduklarını sürekli hatırlattı. Bu uyarıların psikolojik bir rahatlama ve güven yarattığını söyleyebiliriz. Ancak bunların yanı sıra Sayın Yavaş’ın “kentin yıllarca ihmal edilmiş altyapı hizmetlerini hızla tespit ettikleri ve bunları ivedilikle hayata geçirmeye çalışacakları açıklaması” asıl duymak istediğimiz açıklama oldu. Tabi bu açıklamaların hayata geçmesi için su yönetiminin geçmiş dönemin popülizminden daha gerçekçi ve toplumcu bir anlayışa evrilmesi gerekecek. Bunun da kısa zamanda gerçekleşmesi çok kolay görünmüyor. Bu nedenle kentlerimizin su yönetimlerinin önündeki en temel görev; bu kent taşkınlarının hiç olmazsa can kaybına neden olmaması için kısa dönemli çalışmaları acilen başlatmak. Çünkü iklim değişimi etkileri üzerine yapılan çalışmalar, kısa süreli ve şiddetli yağışların artarak devam edeceğini ortaya koyuyor. AB bu konuda 571 kenti için kuraklık, sıcak hava dalgası ve taşkın risk analizlerini yapmış. Sonra bu kentleri bu risklere dayanıklı kent yapmak için kolları sıvamış durumda. AB’nin böyle bir risk tespiti ile işe başlamış olması önemli. Bu çalışma sonunda en riskli başkentler Dublin, Helsinki, Riga, Vilnius ve Zagreb olarak ortaya çıkmış. AB’de daha çok kent dışında ve heyelanlarla birlikte yaşanan taşkınlarda yaşamını yitiren kişilerin olduğunu biliyoruz. Ancak AB’nin taşkın konusunda en riskli ülkelerinin başkentlerinde bile 2 saatlik şiddetli bir yağışın 3 can kaybına neden olduğu haberine hiç rastlamadım. Kentlerimizdeki kronik plansızlığın ortaya çıkardığı tablonun gerçekçi bir değerlendirmesini yaparsak bu acı kayıpların tekrar edebileceği ortaya çıkar. Bu nedenle kentlerimizin su yönetimlerinin hızla “mazeretlere sığınmadan önce can kaybını engelleyecek kısa vadeli planları hayata geçirmeleri gerekiyor. Kentlerde taşkın riski taşıyan bölgelerin açıklanmasının yanı sıra alınan önlemlerin kamuoyu ile paylaşılması da kent sakinlerinin afet müdahale planında yer alabilmelerine imkân tanıyacaktır. Türkiye’de afetlerde yapılan şey daha çok afet oluştuktan sonra kriz yönetimidir. Aslında yapılması gereken ve daha zor olan “Kriz yönetimi” ile birlikte afet risk yönetimi çalışmalarının eşgüdümlü olarak yürümesidir. Çünkü Türkiye önümüzdeki günlerde bu yönetime hazır olup olmadığının test edileceği birçok doğal afetle karşı karşıya gelecektir. Doğal afetlerin oluşumunda meteorolojik, bölgesel ve küresel parametreler etkili olabilir. Ancak bu afetlerin büyük can ve mal kaybının oluştuğu felaketlere dönüşmesi ancak yerel eksikliklerin sonucu olarak ortaya çıkar. • Peki bu toplumcu gerçekçi politikalar nasıl olmalı? Toplumcu gerçekçi politikalar liyakat ister. Aksi takdirde su yönetiminde yapılacak hatalar sizi çok daha büyük sorunlarla karşılaşmanıza neden olur ve size ciddi bir hesap keser. Ülkemiz son dönemde şiddetli ve kısa süreli yağışların kentlerimizi teslim aldığı bir ülke görünümünde. Bunun temel sebeplerinden biri kente göç ve kentlerimizin çarpık gelişmesi. Bu çarpık gelişmenin faturasını ya maddi kayıp ya da can kayıplarıyla ödemeye başladık işte. Bu nedenle belediye başkanları yönettikleri kentleri su taşkınlarına karşı dayanıklı hale getirme çalışmalarına öncelik vermeli. Aslında kuraklığa ve taşkınlara dirençli kentler yaratılması konusunu son 10 yıldır tüm dünya tartışıyor. Dünyada da küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkileri tartışılarak risk analizleri yapılıyor. Bunları takip etmemiz gerekiyor. • Peki iklim değişikliği mi iklim krizi mi bununla ilgili neler söylersiniz? Batı ülkelerinin iklim değişikliği konusunda aldığı kararlara bakacak olursak, iklim değişikliği bir ulusal güvenlik meselesi oldu diyorlar. Bu söylem aynı zamanda kriz başlangıcı riski taşıyor demektir. Küresel ve yerel ölçekte adaptasyon önlemleri alınmazsa “iklim mültecileri “ artacak. Bunun gibi azgelişmiş ülkelerde özellikle Güney Asya ülkelerindeki problemler birbirini tetikleyebilir. Bunun sonuçları bazı bölgelerde iklim krizleri olarak ortaya çıkabilir. Yani küresel ölçekte bazı bölgeler için birbirini tetikleyecek sorunlardan oluşabilecek bir iklim krizi kapıdadır. Bu nedenle Türkiye’de de gerek sınırlarımız içinde gerekse yakın çevremizdeki gelişmeleri bu anlayışla değerlendirmeliyiz. Aslına bakarsanız Türkiye bu konuda birçok eylem planına sahip. Son olarak 11’inci Kalkınma Planında da bu konu detaylı olarak ele alınmış. Ancak uygulamaya gelince Türkiye bu planları uygulamaya koymakta başarılı değil. OKYANUSLARDAN BAŞLAYAN SU ÇEVRİMİ • Peki su konusuna gelirsek okyanuslarla ilgili olarak “su çevrimi okyanuslardan başlar” diyorsunuz bununla ilgili neler söylersiniz? Her yıl 8 Haziran’da çeşitli etkinliklerin yapıldığı Dünya Okyanuslar Günü önemli bir gün. Çünkü bu gün bizlere denizlerin ve okyanusların toplumlara sağladığı katkıların üzerinde durulması açısından çok önemli bir fırsat sağlıyor. Okyanuslar dünya yüzeyinin yüzde 70’ini kaplıyor. Okyanusların önemine değineceksek buna bu uçsuz bucaksız su kütlelerinin tatlı su kaynaklarının oluşumuna koyduğu çok önemli katkı ile başlayabiliriz. Su kaynaklarının oluşumu ve yenilenmesi “su çevrimi“ denilen doğal bir faaliyetin sonucudur. Tabiattaki bazı süreçlerin çevrimler halinde düzenlenmiş olması doğal kaynakların yenilenmesini sağlar. Su çevrimi de böyle bir çevrimdir ve okyanuslardan başlar. Okyanuslar su çevriminin ana kaynağını oluştururlar. Su çevrimi içerisinde yer alan su buharının yaklaşık yüzde 90'ının okyanuslarca sağlandığı tahmin edilmektedir. Okyanuslar havaya salınan insan kaynaklı CO2’nin yüzde 30’unu alarak atmosferdeki dengeyi sağlarlar. Okyanusların sağladığı faydalar sadece bu kadar da değil. Sera etkisine bağlı oluşan ilave ısınmanın da neredeyse tamamı okyanus sularınca çekilmektedir. Örneğin son 40 yıl içinde bu sıcaklığın yüzde 93’ü bu şekilde depolanmıştır. Havanın ısınması, bu ilave enerjinin sadece yüzde 3’lük kısmından kaynaklanmıştır. Okyanuslar Küresel iklimin düzenlenmesinde de çok önemli bir rol oynarlar, Yerküreye hâkim olan iklim, esas itibariyle atmosfer ile okyanus arasındaki etkileşim tarafından belirlenmektedir. Okyanuslar olmasaydı iklim değişimi çok daha hızlı bir şekilde ilerlerdi. Okyanuslar ve okyanus akımları, dünyanın iklimini düzenleyen küresel termostat görevi görmektedir. Denizlerdeki planktonlar, dünyanın çok hassas olan ekolojik dengesi içinde çok önemli bir yere sahiptir. Okyanuslarda çok çeşitli bir canlı yaşamı hüküm sürer. O kadar ki, bu canlı türlerinin yüzde 86’sı daha keşfedilmemiştir. Okyanustaki planktonlar albedo etkisinin oluşmasına katkıda bulunarak güneş ışınlarının tümünün dünyaya ulaşmasını engellerler. Bulutlar gelen güneş ışınlarını yansıtır, buna bağlı olarak karalara erişen güneş ışınları da azalır. Okyanuslar, ekosistemin ve sürdürülebilir geçim kaynaklarının korunmasında, biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesinde de çok önemli bir rol oynarlar. Örneğin; halen 2,9 milyar insan, protein gereksinimlerinin yüzde 20’sini balıkla karşılıyor. Bu nedenle okyanuslar insanoğlunun bu gezegende yaşamını sürdürebilmesi için korunması ve sürdürülebilir olarak yönetilmesi çok önem taşıyan bir ekosistemdir. OKYANUSUN KARŞI KARŞIYA KALDIĞI TEHLİKELER • Okyanusların karşı karşıya kaldığı tehditler neler? Okyanusların maruz kaldığı tehditlerden de bahsedecek olursak, aşırı ve bilinçsiz avlanma yapılması ve türlerin çeşitliliğinin azalması önemli bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Plastik kirliliği başta olmak üzere oluşan deniz kirliliği de diğer bir sorun. Yılda 8 milyon ton plastik, okyanuslara ve denizlere taşınıyor. Bu plastik atıkların sadece yüzde 20 ’si gerçekten denizde üretiliyor; kalan yüzde 80’lik kısmıysa karada oluşup nehirler vasıtasıyla denizlere ulaşıyor. Okyanusların ısınması da bu tehditlerden biridir. Bu ısınma denizlerdeki ekolojik dengeyi bozabilir. Okyanuslardaki mikrop, hayvan ve bitkilerin çoğalmasına ve yaşam alanlarını etkileyip, akıntıların yön değiştirmesine yol açabilir • Peki okyanuslar konusunda neler yapılmalı? Dünyada kent nüfusunun önemli bir bölümü deniz ve okyanus kıyılarında yaşamaktadır. Bu nüfusun 2050 yılında kadar 1 milyar civarına ulaşması beklenmektedir. Bu da küresel riskle birlikte deniz ve okyanuslardan kaynaklanacak yerel bölgesel risklerin de artacağı anlamına gelmektedir. Denizlerin korunmasında bütünsel bir yaklaşım sergilenmesi amacıyla 2015 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından karara bağlanan 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Gündeminin 14. Maddesi, Denizler ve Okyanuslar için umut ışığı olmuştur. Ancak halen bu hedefi gerçekleştirmekten çok uzaktayız. Bu nedenle Dünya Okyanuslar Gününde daha yaygın etkinlikler yapılarak toplumsal bilinç ve farkındalığın arttırılmasında büyük fayda bulunmaktadır. Bunun dışında devletlerin atıklarının izlenmesi kirlilik odaklarının denetlenmesi ve kayıt altına alınması konularında adımlar atmal ve bu konulardaki bölgesel işbirliği de güçlendirilmelidir. Unutmamamız gereken diğer bir husus da dünyadaki yaşamın yüzde 94’ünün sucul yaşam olduğudur. Biz kara canlıları olarak gezegenin tüm sakinlerine kıyasla küçük bir azınlığız. Okyanuslar dâhil, dünyanın bütüncül ekosistemine zarar verecek her uygulama insanoğlunun doğal yaşam alanını daraltacak belki de ortadan kaldıracaktır. • Son olarak çözüm için neler yapılması ve nasıl yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Özellikle 20’inci yüzyılın ortalarından itibaren her alanda “tüketim çılgını” haline getirilen bir dünya oluşturuldu .Bu dünyaya baktığımda geleceğimize sahip çıkabilmek için radikal bir düşünce devrimine ihtiyacımız olduğunu görüyorum. Tüketimin ve teknolojinin esiri olmuş durumdayız. İnsanoğlu hızlı teknolojik devrim sonucu evrimin kontrolünü ele geçirdi ama büyük riskler de aldı. Kendimizi doğanın efendisi olarak görmeye başladık. Doğanın efendisi değil bir parçasıyız. Doğanın biyoçeşitliliği ile çevrelenmiş durumdayız. Teknolojik gelişmelere sırtımız dayayıp doğanın doğal çevrim ve doğal denge mekanizmalarını bozarsak büyük bir hüsran yaşarız. Bu nedenle bazı düşünce kalıplarımızı ve paradigmalarımızı hızla değiştirmeliyiz. Bu yeni düşünce kalıpları okyanuslarımızı, suyumuzu, toprağımızı geleceğimizi korumaya kadar her şeyi kapsamalı. Aksi takdirde insanoğlunun 22’inci yüzyıla sağlıklı bir toplumsal yapıyla ulaşabilmesinin zor olacağı birçok uzman tarafından dile getiriliyor. Su Güvenliği 2050 kitabımda da bu konuyu ele aldım. Ben dünyadaki bu gelişmelerin kendisiyle beslenen döngüler yaratabileceğinden endişe ediyorum. Bu durumda olumsuzluklardan beslenen döngü giderek güçlenir ve etkileri çoğalır. İşte burada kırılması zor bir çevrim başlar. Bilim insanlarının incelemelerine göre geri besleme mekanizmalarının içinde en hızlısı okyanus akıntıları en korkutucusu ise buzulların erimesi. Aslında bu yaşam şeklimiz ile ortaya çıkabilecek olan risklerin en büyüğü, sarmal hale gelecek döngülerin geri döndürülemeyecek bir özellik kazanmasıdır.. Buna şöyle bir örnek vereyim geçenlerde dünyanın 70’i aşkın nehrinde yapılan mikrobiyolojik analiz raporu The Guardian’da yayınlandı. Rapora göre çok sayıda antibiyotik kirliliğe rastlanmış. Bu durum çevre kirliliği ve antibiyotiğe dirençli bakterilerin gelişmesi anlamına geliyor. Bunun sonucu olarak 2050 yılında 300 milyon kişinin hayatını kaybedebileceği tahminleri yapılıyor. Sonuçta düşünce kalıplarımız değişmedikçe geleceğe bırakacağımız dünya teknolojik kirli ve çok riskli bir dünya olacaktır. Kaynak: Başkent Gazetesi
Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın

Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın

(E-Posta adresiniz yayınlanmayacaktır)
Yorumu Gönder
Henüz Yorum Yapılmamış