Türkiye’nin Ürdün Büyükelçisi (E) Süha Umar anlatıyor ! Ortadoğu'nun Su Sorunları
Türkiye’nin Ürdün Büyükelçisi (E) Suha Umar anlatıyor !
Bu yazı dizisinde yer alacak olan yazılar Sn Büyükelçi ( E ) Süha Umar 1995-1998 yılları arasında Büyükelçi olarak görev yaptığı Ürdün’deki anılarını topladığı ve bu sonbaharda yayınlamayı düşündüğü kitabın bir bölümüdür.
Ortadoğu’nun Su Sorunları (I)
Büyükelçi (E) Suha Umar
Tarih boyunca insan etkinlikleri nedeniyle su kaynaklarını tüketen ve ülkelerini çöle çeviren Ortadoğu devletleri sonunda ciddi bir su sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır. Her geçen gün artan nüfus, petrol üretimi, kentleşme ve sanayileşme; bir yandan da kapitalizmin dayattığı tüketim hırsı önüne geçilemez bir hal aldığı için Ortadoğu’nun su sorunu da giderek büyümektedir. Bu nedenle bütün bu ülkelerin basını da sık sık bu konuyu gündeme taşımakta ve işlemektedir.
14 Ocak 1996 tarihinde Ürdün’ün, baskı sayısı en yüksek Arapça gazetesi olan Al Dustour’da da, “Ankara Escalates the Water Dispute- Will the Eyes of the Syrians Turn Northwards? Ankara Su Uyuşmazlığını Tırmandırıyor-Suriye’nin Gözü Kuzeye mi Dönecek?” başlıklı bir yazı yayımlandı.
Yazıyı Ankara’ya gönderdik. Bu her zaman sıkıntılı bir iştir çünkü Bakanlık hemen buna bir yanıt verilmesini ister. Nitekim bu defa da öyle oldu.
Haberde, 20. Yüzyılın sonuna yaklaşılırken Türkiye ile Suriye arasında yaşanan su sorununun bölgede gerginliği artırıcı bir gelişme olduğu vurgulanıyordu. Bakanlık bu saptamaya katılmıyor, ayrıca yazıda, aşağıda kısaca özetlediğim, ciddi maddi hatalar da bulunduğunu düşünüyordu.
Al Dustour, uluslararası hukuka göre Fırat Nehrinin uluslararası kabul görmüş standartlara tabi olduğunu ve nehrin sularının bu standartlara göre bölüşülmesinin (Shared) öngörüldüğünü belirtiyordu. Oysa sınır aşan sular konusunda henüz kodifiye edilmiş uluslararası bir hukuk bulunmadığı gibi BM çerçevesinde bu konuda oluşturulmaya çalışılan hukukta, “suların bölüşülmesi-Share” yerine; “suların hakça, makul ve en iyi biçimde kullanımının tahsisi-Equitable, optimal and reasonable allocation of the use of water” kavramı kabul görüyordu.
Türkiye’nin Suriye ve Irak’a danışmadan ve tek taraflı olarak Güney Doğu Anadolu’da yoğun biçimde baraj inşasına giriştiği yolundaki ifadeler; keza barajlar nedeniyle nehirdeki kirlenme ve tuzlanma oranının arttığı konusundaki iddialar da gerçeği yansıtmıyordu. Kaldı ki, Güney Doğu Anadolu barajlarının inşası Türkiye dışında kalan kıyıdaş ülkelere de yarar sağlıyordu.
Haberde, Suriye’nin Ankara’ya bir memorandum verdiği belirtiliyordu. Ankara böyle bir memorandumdan haberdar değildi. Suriye Şam Büyükelçiliğimize bir nota vermiş, o notada yer alan temelsiz iddialara, hemen yanıt verilmişti.Bu nedenle, yazıdaki, Ankara’nın Suriye memorandumuna seçimlerden ve yeni hükümetin kurulmasından hemen sonra cevap vermeyi taahhüt ettiği yolundaki ifade de gerçekleri yansıtmamaktaydı.
Haberin “
Awaiting a New Government-Yeni Hükümet Bekleniyor” ara başlıklı bölümünde yer alan, Türkiye’nin su konusunu Kürt sorunu ile bağlantılandırmakta olduğuna dair ifadeler de gerçeklere taban tabana zıttı. Tam tersine Türkiye, Suriye ile arasında mevcut, su dâhil tüm konuları diyalogla çözmeyi amaçlamaktaydı. Bu konudaki politikasını da çeşitli vesilelerle açıklamıştı. Suriye’nin teröre destek vermesi ise uluslararası hukuka aykırı bir fiil (Criminal Act) olup, hiç bir ilişkinin şartı veya ön şartı niteliğini taşıması söz konusu değildi. Türkiye, Suriye ile arasındaki sorunların ele alınması için başlatmayı düşündüğü diyalog sürecinin, Suriye’nin teröre verdiği destekle zehirlenmiş bir atmosferde gerçekleşmeyeceği görüşündeydi. Bu görüş, Türkiye-Suriye ikili meseleleri ile Suriye’nin teröre verdiği destek arasında bir bağlantı kurmak şeklinde yorumlanamazdı. Bu, bir komşu ülkenin uluslararası hukuka aykırı tutumundan duyulan haklı şikâyetin dile getirilmesiydi.
Ankara, gazeteye bir mektup yazılarak, bu görüşlerinin dile getirilmesini istiyordu ama bu hiç bir zaman etkili ve sonuç alıcı bir yöntem olmamıştır. Çoğu halde, her gazete yazarının veya yönetiminin, her gün, çeşitli kişi ve kurumlardan aldığı onlarca mektuptan biri olarak, bazen okunmadan bile çöp sepetini bulur. Meslek yaşamım boyunca bu yöntemi hemen hiç kullanmadım. Ama Ankara’nın talimatının da yerine getirilmesi gerekiyordu.
Ankara’dan gelen bilgilere dayanan mektubu yine de yazdım ama postayla göndermek yerine, Gazetenin Başyazarı Nabil Sharif’in ziyaretine gittim. Tanışıp, uzunca bir süre konuştuk. Mektubumu da elden verdim. Sharif’in bu davranışımdan etkilendiğini, mektubun birkaç gün sonra gazetede aynen yayınlanmasından anladım. Nabil ile dostluğumuz zaman geçtikçe arttı. Bunun yararlarını da gördüm.
(Sürecek)
Yorumlarınızı Bizimle Paylaşın
Sadece üyelerimiz yorum yapabilir, hemen ücretsiz üye olmak için Tıklayın